Mekkedeyiz.
Ummu’l-Kura’dayız. Şehirlerin anasındayız.
Kentlerin âlâsındayız.
Beytü’l-Mamur’un yeryüzündeki izdüşümü, Beytullah’ın gölgesindeyiz.
Burada özeliz. Daha güzeliz.
Beytin Sahibi’nin misafiriyiz.
Haremdeyiz. Belde’i-Emindeyiz.
Hazlara sırlarımızı döndük. Hazırdayız.
O Mekke ki Allah’ın haremi.
Tıpkı Medine’nin Rasulullah’ın haremi olduğu gibi.
Kudüs’ün de ümmetin haremi sayıldığı gibi…
Mekke, melekutun çekim merkezi… Maveranın kapısı. Veraların serasına varış yolu. Mekârim-i ahlakın mebdei, Mekke…
En Sevgilinin gözünün, gönlünün değdiği şehir…
Acaba Allah bu kara, kuru, çıplak, çorak beldeyi niçin seçti ki?
İnsanlar yeryüzünün fiziki güzelliklerine takılı kalmasınlar, Allah ile ilgilensinler diye…
Hicret günü, En Sevgili en güçlü hasretle ne demişti?

“Allah’ın en sevdiği yer sensin. Allah’a en yakın yer sensin. Benim de en çok sevdiğim yer sensin.”

Kardeşliğe kanatlanmak karesindeyiz.
Tıpkı Hz. İbrahim (as)’ın kuşları gibi. Hani kesilen
parçalar ayrı ayrı tepelere salınan dört kuşu geri çağırması misali. Dağılan ümmetin dünyanın dört bir ucundan davet edilişine tanıklık
ediyoruz… Buharlaşan dostlukları diriltmek,
savrulan kardeşliği yeniden inşa etmek için.
Bu Hz. İbrahim (as)’ın ilk çağrısı değildi…
Şimdi ibrahim olmak vardı…
Racimden kaçtık, Rahim’e koştuk… Varlığımızı Vareden’in huzurundayız.
Yalan ayrılıklar ile yarınlara yürüyoruz.
Umuda uzanıyoruz.
Giysilerimizden soyunduk. Kirlerden,
kötülerden kem işlerden soyutlanmak için.
Beyazlara büründük, büyüklenmeden, böbürlenmeden, büyülenmeden.
Kıyametin giysilerde değil, girdiğimiz yolda olduğunu gördük.
Kabe’ye varmak için kapımızdan ve kabımızdan çıktık. Kabe’ye varmakta yetmiyor. Kabe’de var olmak gerekiyor…
Varlık aynası olan Kabe’de kendimizi
görmemiz icap ediyor. Hatta kendimizi görmekten öte, keşfetmemiz lazım geliyor…

Evet,
şimdi en güvenli,
en güzel,
en temiz Evdeyiz…,

Aracısız, protokolsüz, formalitesiz, bürokrasisiz en doğal ve en doğru biçimde…
Üniformaları, apoletleri, rozetleri, etiketleri söken Ev’deyiz…
Kimsenin güdümüne girmeden, Kabe’nin
yörüngesinde yürümek için buradayız.
O ki kendi galaksimizde her şey dönüyor. Dünya dönüyor insan dönüyor. İşte bizim için deruni dönüş alanı… Dönüm noktamız… Artık düğüm çözüldü…
Donukluk, durağanlık yok, dönmek ve dirilmek var.
Ve yürüyoruz İbrahimce… Azerlerin, Nemrutları, putların, tağutların, şeytanların, azgınların, arzuların, ihanetlerin, zorbaların, zorlukların, zulmetlerin,
zilletlerin, zulümlerin üstüne. Zaten yozlaşmaktan, yolsuzluktan, yalnızlıktan, yorgunluktan sıyrılmadan yola çıkamayız ki?
En ileri kulluk ve kardeşlik için hareket halindeyiz…
Birbirimize değiyor tenimiz, karışıyor terimiz…
Gözlerimizin rengi farklı olsa da, gözyaşlarımız aynı renkte… Allah’ın boyası ile boyanma işlemindeyiz…
Her taraf ayrı bir dokunuş, bir oluş, bir duyuş.
Yüzlerde, gözlerde Kabi izi.
Hacerü’l-Esved/Kara Taş’ın karşısında yüzü ak çıkabilmek için.
Kabe inceltiyor, yalınlaştırıyor, yakınlaştırıyor.
Safa ve Merve arasında binlerce yüreğin akışı birer Hacer silüeti sunuyor… Hacer annenin ciğer pâresi için canhıraş koşuşunun yürek iniltilerini
duyuyorsunuz.
Bu bir trans durumu değil, cezbe hali değil. Şiarlar diyorum da şuurun zirve yapmasıdır.
Adanmışlığın sahici adıdır.
Aşkınlığın birincil adresidir. Arınmışlığın değişmez mektebidir.
Harem’de hayatı yeniden inşa girişimidir.
Meşru ve makbul hayatlar yakında
Halil (as) ve Habib (sav)’a selam olsun.
Beytullah’ta Ehlullah’tan olanlara ne mutlu !

Araştırmacı Yazar
Ramazan KAYAN